Perşembe, Eylül 29, 2011

Tayfundan Sağ Kurtulup Duygularına Yenilen Savaşçı

Bir önceki yazıda "bunun bir de salı&çarşambası var" gibisinden beylik bir laf etmişim. İyi halt etmişim! Son yazının üzerinden 1 hafta geçmiş, salılar çarşambalar birbirini kovalamış, peki ben ne yapmışım? Koca bir HİÇ! Şimdi sorarsınız belki -pek zannetmiyorum ama- "bu kendini seyyah zanneden saçma insan, madem bir şey paylaşmayacaktı adam gibi de ne demeye bu bloğu açtı?" Haklısınız ne diyeyim. Ama ne yazık ki şu 3 haftalık süre zarfında, burada paylaşılmaya değer çok fazla olay yaşadığımı sanmıyorum. Yani sanılanın aksine, ki ben de öyle olur zannediyordum, vur patlasın çal oynasın, her gün ayrı bir macera, her gece başka bir eğlence tarzında bir hayat yaşamıyorum. Gerçekler gerçekten de fecaat acı imiş efendiler. Bunu buraya gelince bir kez daha anladım.

Neyse tayfun demiştik, havalar demiştik. İlk tayfun -Japonca'da tai-fuu- deneyimimi, geçen hafta yaşadım. Açıkçası tayfun geliyorum da demişti. (Tayfun ismi Türkiye'de erkek adı olarak da kullanıldığından; tayfun geldi filan deyince sanki bir insan gelmiş gibi bir hissiyat oluşuyor insanda. Aman neyse.) Salı günü yağan yağmurdan ders çıkarmayarak, Çarşamba günü Shinjuku Belediye Binası'na (kulağa ne kadar Türkçe geldi şimdi yahu, belediye binası hımhım.) bir takım ıvır zıvır işler için gitmeye karar verdik. Zaten şu memlekete geldim geleli hala formaliteler, zorunluluklar, ıvır zıvırlarla uğraşıyor olmak da ayrı bir sinir bozucu mesele ya neyse. İşte efendim, ben tipik Türk mantığı ile yaklaştım olaya "Amaaaaaaaan, tayfun gelirse gelsin iki yağmur yağar geçer gider, bize bir şey olmaz" diyerek kendimi sokaklara attım. Üstelik de tayfun öncesi Japon arkadaşım tarafından uyarılmıştım "Etme eyleme yavrum, çıkma sokağa." demişti bana. Peki sonuç ne oldu sizce? Çok şükür sağ salim yerimize yurdumuza vardık ama bir güzel de yıkandık. Hani Amerikan filmlerinde olur, çılgın kızlar oğlanlar partide elbiseleri ile havuza atlarlar, birbirlerini iterler, şakalaşırlar filan (ne demeye bu kadar ayrıntı verdiysem?!) biz de işte öylesine -eğlendik dememi bekliyorsanız, eğlendik aslında yahu- ıslandık. Yağmuru çok seven bünyeye bile o kadar yağmur fazla geldi Allah sizi inandırsın.

O kadar hengamede ben resim çekemediysem de; beraber takıldığım arkadaş güzel güzel resimler çekti. Ondan da izin alarak, o resimleri sizinle paylaşıyorum- çünkü gezi bloğu olduğu iddia edilen bir blogda yazılar daima resimle süslenmeli, hatta yazı olabildiğince az, resim ise olabildiğince ÇOK olmalıdır. Benim yaptığımın tam tersi yani.


 Resimde gördüğünüz şemsiyeyi tutan eller benim. Bu cümle sizin de kulağınıza çok şiirsel geldi mi?
Yiyecek / İçecek resimleri bir seyahat bloğunun can damarıdır, en önemli meselesidir, en çok merak uyandıran şeydir. Lakin bendeniz asla yediğinin, içtiğinin resmini çeken bir insan olamadım efendim. Teselli armağanı olarak en azından şu boş fincanların resmini koyayım dedim ben de. Yağmurun üzerine güzel bir kahve içtik ayıptır söylemesi, yanında da makarna yedik. (Ne güzel bir kompozisyon!) Siz tabakların ve kupaların içini dolu olarak hayal edin olsun bitsin, unutmayın ki hayal gücü sınır tanımaz! Bu cümle sizin de kulağınıza çok "mesaj" içerikli geldi mi?





O kadar hengamede resim filan çekmedim diyorum ama mağazalara girmesini bildim. Yanlış anlamayın canım, kendime yağmurluk bakıyordum. Evet, Türk mantığı her şeyi son dakikada halletmeyi uygun görür. Ben de o kadar tayfun uyarılarına karşın, en ince kıyafetlerim ve bez ayakkabılarımla sokağa çıkmasını bildim. Oh oh!

 Doğrudur, şu yukarıda gördüğünüz mağazaya girmemizin yağmurluk ile bir alakası yok. Hayatımda gördüğüm EN ŞİRİNLİK ABİDESİ mağazaya hoşgeldiniz. Mağazanın adı PEACH JOHN. Peach John genel anlamda pijama ve iç çamaşırı satan bir mağaza. İçerisinde bulunan birbirinden harika pijamaları görünce kendimizden geçmedik desem yalan söylemiş olurum. Uydurabildiğim bir gün, bu mağazaya gidip yüzlerce fotoğraf çekmek istiyorum! Türkiye'ye dönmeden de buradan bir şey almak ne hoş olur!

Yurda dönene kadar, herhalde 3 ya da 4 kez şemsiyemiz yamuldu. Gerçi tayfun söz konusu olunca, şemsiye de bir halta yaramıyor afedersiniz. Benim çektiğim tek resim ise, Shinjuku'dan bir manzara. Bu resimle yazıyı sonlandıralım efendim. Dışarıda hava ne olursa olsun, sizin havanız iyi olsun. Ah babacığım, ben İstanbul'da iken -vay anasını be, bu cümleyi kuracağım günler de gelecek miydi?- sık sık bu cümleyi kurardı. Çok özledim onu. (Konudan bir anda 180 derece sapan böylesi bir yazar bozuntusu.)

NOT: Merak edenler, aşağıda paylaşacağım tayfun videosunu izleyebilirler. Şimdi Japonya'dayım diye zannetmeyin ki bülbül gibi Japonca şakıyorum. Kekeleme konusunda ise yavaş yavaş ilerliyorum diyelim. Adam "abicim ne tayfun beeeee, ölüyoz heeeee!!" filan gibisinden bir şeyler diyor farz edip "he" deyin, geçin. (He deyin geçin derken, hafife alın, dalga geçin, "adam sen de"cilik oynayın filan demiyorum; tayfun ciddi bir olay. Gerçekten.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder