Pazartesi, Eylül 19, 2011

Tokyo Turu: Monjayaki Macerası ve 600 Basamak


Çoğu zaman kendimi gün içerisinde sık sık “Kızım işin ne, otur ne gördüysen yaz işte, adam gibi değerlendir şu ‘exchange’ olayını, adamın asabını bozmasana!!” derken buluyorum. Ama gene de bir türlü faaliyete geçemiyorum. Falan fişman. Ama bu bloğun konusu kesinlikle benim kişisel sorunlarım değil(olmamalı) o halde konumuza geçelim. Kişisel sorunlarla ilgilenenler ise FOB (Fazla Orijinal Blog)a geçebilirler.

Türkiye saatine göre hala bugün, Japonya saati ileyse çoktan dün olmuş o gün, yani 18 Eylül 2011 Pazar günü üniversitenin uluslar arası takılan iki kulübünün ortaklaşa düzenlediği Tokyo turuna katıldım. Kulüp deyip geçmeyin, adamlar sanki devlet memuru; o nasıl bir disiplin, o nasıl bir çalışma aşkı ve şevki, o nasıl bir plancılık, ne yalan söyleyeyim aklım şaştı! Bence dünyanın hiçbir yerinde böylesine öğrenci kulüpleri ile karşılaşılmaz! Neyse Waseda’nın harikulade öğrenci kulüpleri, aktiviteleri, partileri vs. gibi olayları diğer bir yazıda ele alırız. Şimdi kaldığımız yerden yani Tokyo turundan devam edelim.
Sabahın 10’unda buluşulması gereken günün sabahı bendeniz 9.35’te uyandım. Büyük bir şaşkınlıkla 10 dakikada hazırlandım dışarı fırladım; neyse ki yetiştim. Ah dostlar bir bilseniz bu memlekete geldim geleli başım saçma sapan olaylardan kurtulmuyor. Hayır bendeki kafa ne kafasıdır bir türlü anlayamıyorum ki! Gerçi şunu da sorarlar adama: Arkadaşım sanki kendi memleketinde çok mu mantıklı yaşıyordun? Yok. O halde devam edelim. Güç bela yetiştiğim mekanda uzunca bir süre kim kiminle nerede ne yapacak mevzuunda karar verilmesini bekledim. Tur 4 farklı rotadan oluşuyordu: Asakusa&Ueno, Tokyo Tower&Tsukishima-Fukushima değil-, Tokyo Tower&Tsukiji Balık Pazarı ve Odaiba. Hepsinden önce yazışımdan da anlaşıldığı gibi benim niyetim tarih kokan mekanlar Asakusa ve Ueno’ya gitmekti fakat –gene- kaderin bir cilvesi olarak kendimi Tokyo Tower&Tsukishima grubunda buldum. Şu sıralar hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar kaderin cilveleri ile yüz gözüm efendim. Neyse kah benim kah çevremdekilerin basiretsizliği sayesinde içinde bulunduğum grup –ki neden olduğunu anlamadığım şekilde en kalabalık gruptu; belki de karizmatik çocuklar var diyedir diyeceğim ama bütün karizmatik bey ve bayanlar bence Asakusa grubundaydı. NEYSE!- işte bu kalabalıklığından ötürü 4 ya da 5 ufak grupçuğa ayrıldı. Neyse ki basiretsizliğim işe yaradı da kafa bir gruba düştüm. 


İlk güzergahımız olan Tsukishima’nın olayı nedir açıkçası ben anlamadım. (Anlasam şaşardım zaten.) Sanırım Tsukishima’nın tek olayı monjayaki isimli yiyeceği tatmamızdı. Yani gidiş amacı o olsa gerek zira Tsukishma’ya gider gitmez (saat 12 civarları) öğle yemeği (HA?!) için MANMARU isimli monjayaki mekanına oturduk. Monjayaki, çeşitli malzemelerin hamur ile pişirildiği bir yemek çeşidi ve bana kalırsa tadı da oldukça güzel. Monjayaki restoranında malzemelerinizi kendiniz seçiyor ve monjayakinizi de kendiniz hazırlıyorsunuz. Ahtapot, karides gibi deniz ürünleri, yumurta, peynir ve lahana vb. sebzeler bu malzemelerden bazıları. 


 Bizim masanın aşçısı, grupçuğumuzdan da lideri olan, taş çatlasa 18 yaşında gösteren bebe, ne yalan söyleyeyim, monjayakiyi büyük bir ustalıkla hazırladı. Her ne kadar yiyecek nefis de olsa, ne yazık ki masamda oturan diğer elemanların-özellikle de yanımdaki kızın-azizliğine uğrayarak ağız tadıyla bir monjayaki keyfi yapamadım. Ah Yarabbim, bu şanssızlığım beni intihara sürükleyecek!

 
Ultra sevimli liderimizin desteğiyle bir monjayaki de ben pişirdim efenim. Tadı güzel olsa da pişirme sürecinde sakarlıklardan sakarlık beğendim.

-Ayrı bir salaklık olaraktan monjayaki yaparken kendi fotoğrafımı çektirmemişim hiç. Salaklık ömür boyu hakikaten de-


Bu da okonomiyaki. Monjayaki ile hemen hemen aynı tür bir yiyecek.
 
Bazı orijinal elemanlar monjayakiye romantik bir tat katmayı da ihmal etmediler.

MANMARU bence oldukça şık bir mekandı –ama pahalıydı, peh!!- içecekleri de yiyecekleri de güzel; ilginç bir not olarak da mekanda oldies dediğimiz 50-60-70 yıllarının Amerikan müzikleri çalmaktaydı. Mesela bir örnek olarak:


Yemek sonrası, adını sanını bilmediğim tapınak tarzı bir mekana girdik. Hala da bilmiyorum desem bana kızmazsınız umarım. Mekanın adını öğrenince buraya eklerim.  ÖĞRENDİM, ÖĞRENDİM TAPINAĞIN ADI ZOJOJI İMİŞ! (İsmi de pek bir zor.)
Etrafta deli danalar gibi dolanıp resim çektim. Yalnız şu da var ki, güneşin çılgınca parlayıp tepemize çıktığı böyle bir gün resim çekmeye pek de elverişli değildi. Zaten ben de resim çekmeye elverişli bir insan değilim, iki elverişsiz şart böyle sonuçlar verdi işte.


 
Tapınak sonrasında, Tokyo denince ilk akla gelen mekan olan Tokyo Kulesi (Tokyo Tawaa)ne yürüdük. Benim hayalim hep serin ve güzel bir sonbahar ya da kış günü, akşam güneş batmaya yakın sevdiğim bir insanla (oh yes) sakin bir zamanında kuleye çıkmaktı ama bunun %100 tersi oldu: Sıcak ötesi bir yaz günü, zilyon tane insanla, inanılmaz derecede kalabalık bir zamanda kuleye tırmandım. Ah tabii ya, kuleye merdivenle tırmandık dostlar. 150 küsür metreyi merdivenle çıkmak, o an için, o sıcakta beni kendime sövmeye sevk ettiyse de, kuleden inerken “Oh be iyi yapmışım, aklımı seveyim” şeklinde bir cümleyi kullanmamı sağladı.
 
Bu da kuleyi merdivenle tırmananlara verilen başarı belgesi. VAY BE!

 
Kuleden aşağıya bakma yeri. Yüksekten çılgın gibi korksam da, oradan bakarken kendimi kötü hissetmedim. Genelde mini mini bebeler resim çekiliyor buralarda ama büyüklerden de resim çekilen çok.

 
Tokyo Kulesinin manzarası oldukça güzel.


 
Ve kuleden iniş. Sonrasında da yurda dönüş yaptık zaten. Ve sonrasında 3 saat kadar uyudum, 2 kutu yoğurt, bir paket de “püsküüt” bitirdim. Şimdi de gece kuşu olarak bu yazıyı yazıyorum. Açıkçası bugün oldukça eğlenceli ve güzel bir gündü; tek kayıp Tokyo Kulesinde gördüğüm 40 renk çoraplı, kot şortlu, tişörtünde “I love you Miho” yazan ve hem çantasında hem de tişörtünde Miho’nun resmi olan çılgın aşığın resmini çekememiş olmamdı.

Japonlar ilginç insanlar vesselam.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder