Salı, Ocak 17, 2012

Seyyah nihayet siftahı yapabildi! : Kyōto (京都), Ōsaka(大阪), Nara(奈良)

Picasa Web Albümleri'mden:
Kyoto için buraya
Osaka için şuraya
Nara için ise oraya bağlanabilirsiniz, güzel olur, şükela olur.

Havanın 5° olduğu, karsız, ya da kârsız bir günden, Tokyo'dan selamlar, muhabbetler ♪

"Senin yazacağın bloğun içine ben turp sıkayım, o da yetmez biraz da pul biber dökeyim!" diyerek bana ayar verecek olan bütün takipçilere katılıyorum. Hepiniz haklısınız, yaşayın, varolun.

"Seyyah bozuntusunun yaptığı siftah da ne ola ki?" diye düşünenlerin merakını giderelim: Cânım ülkemizde olmayan ama neredeyse yaban ellerin hepsinde bulunan "kış tatili" (Aralığın sonu- Ocağın başı) ismi verilen uzuuuuuun tatilden bendeniz de nasibini alarak kendini yollara vurabildi! Şu memlekete geldim geleli şehiriçi aylak aylak dolaşmaların dışına çıkamamış olan bu zavallı gurbetçi için oldukça büyük bir yenilik bu elbette, zavallı olmayan gurbetçiler zaten gününü gün ederken, gurbetçi bile olmayan şerbetli insanlara gelince.... gelmesek daha iyi ola mı ki acaba?

Bünyemin alışık olmadığı kış tatilinin ilk birkaç gününü bünyemin oldukça alışık olduğu bir takım eylemleri yaparak geçirdim. (Mesela? diye soranlara Aylaklık? diye cevap vermek yüreğimi pare pare eyliyor.) Aralığın 30'unda ise, bir süredir planladığımız 5 günlük seyahatimiz için yollara düştük. Kiminle yolculuğa çıktığım konusunu da açalım. Bilmem farkında mısınız ama atalarımız oldukça aklıselim imiş bizim ki böylesi yerinde laflar edebilmişler: Birini tanımak istiyorsanız onunla tatile çıkın. Bense 5 kişiyle tatile çıkarak önemli bir tanışma faslının içinde buldum kendimi. Yalnız yolculuğa çıktığım insanlardan ziyade kendimi tanıdım desem yeri, o nasıl bir huysuzluk, o nasıl bir münzeviliktir ki 5 kişiyle yaşamak bana bütün o koşuşturmadan daha fazla yorgunluk verdi. Birlikte yola çıktığım kızlar oldukça şirin olmakla beraber, yalnızlığa alışmış bu bünyeye o kadar şirinlik de fazla geldi. Aklımı kaçırmadan ya da birini fırçalamadan seyahati tamamladığım için şükretmeliyim sanırsam.

Seyahatimize başlayalım: 30'u akşamı "night bus" adı verilen araca binmek için Shinjuku'ya gittik. Bizdeki gibi bir terminal, efendim otobüs durağı filan bekliyorsanız yanılıyorsunuz; tam tersi bizde artık olmadığı söylenen çığırtkanlar ortalıkta dolaşıp otobüslerin ismini söyleyerek yolcu topluyorlardı. Zaten ilk dumuru bu karışıklık anında yaşadım, "eyvahlar olsun" dedim içimden "bir hayal kırıklığı sesi duyuyorum galiba!"



Ve beklenen hayalkırıklıkları üçer beşer gelmeye başladı! Night bus denilen olaydan başlayayım: Gecenin 12'si gibi yola koyulan bu otobüs, yolcularının uyuya uyuya istedikleri yere gitmeleri için var: Yani perdeler çekili, ışıklar kapalı, üzerinde battaniye, arkanızda yastık, tıngır mıngır ilerliyorsunuz. "Eee bunun nesi kötü ki?" diye soranlara cevabı da yapıştırayım: Arkadaşlar, benim için önemli olan varılacak durak değil gidilecek olan yoldur, yani o yolculuk halidir. Hatta ve hatta kendimi en huzurlu hissettiğim zamanlar -eğer midem bulanmıyorsa, bir yere yetişmem gerekmiyor ya da ihtiyaç molasına çıkmam gerekmiyorsa- yolculukta geçirdiğim zamanlardır. Uçak olsun, otobüs olsun, tren olsun; camdan dışarı bakmak, özellikle geceleri kulağımda müziğim, zihnimde tatlı düşüncelerim ve hayallerimle yollar katetmek, benim için anlatılamaz bir mutluluktur. Fakat bu gece otobüsü denilen zımbırtı ile bu ufacık mutluluğum bile elimden alındı! Otobüsün tıklım tıkışlığı, koltukların rahatsızlığı ve karnımın açlığı da hepsinin üzerine wasabi oldu, soya sosu oldu.




Nerede bizim cillop gibi otobüslerimizde verilen çayı kahvesi, nerede mola verilen o ferah mekanlar? Mola verilen yerde hamam gibi kaynayan otobüsten kendimizi dışarı zor attık. Aa, evet otobüsün dayanılmaz derecede sıcak olduğundan ve benim de içimi adeta cayır cayır yakan bir kazağım olduğundan bahsetmemiştik. Muhtemelen 0° civarı bir soğukta buzlu kakao içmemin nedeni de budur. Yalnız kendi kendine içeceği hazırlayıp size sunan ve bunu görüntülü bir şekilde gerçekleştiren içecek makinesi harikaydı, Japon otobüslerini öldür, Japon teknolojisinin hakkını yeme.


"Eee, bu kadar şikayet edecektin madem, ne demeye o çok övdüğün Japon teknoloji harikası hızlı tren (Shinkansen)lere binmedin?" diyerek kendince bana akıl vermeye çalışan okurlar elbette yoktur ama gene de hızlı tren fiyatlarından bahsedelim de millet gerçeklerle yüzleşsin. Hızlı tren ile Tokyo'dan Kyoto'ya gitmek sadece 2 saat 20 dakika alıyor, otobüsle ise yaklaşık 7 saat. Buraya kadar her şey güzel. Şimdi de fiyatlara gelelim; otobüs ile gidiş-dönüş Türk parası ile 150 lira civarında iken; hızlı trenle sadece gidiş parası en ucuz ihtimalle 300 lira civarında. Eee, para konuşuyor hemşehrim, dünyanın düzeni bu. Belki keser döner sap döner, benim de talihim döner de shinkansenlerden size selam çakabilirim bir gün, inşallah.



Yukarıdaki resim, yolculuğun sonlarına doğru bozulan otobüsten bir kare. Yarı uykulu yarı uyanık hatırlıyor gibiyim bu anı, üzerinde bahsetmeye değmez. Tıpkı hiç resmini çekmemiş olduğum kaldığımız otel gibi, hoş oteldi gerçi.




Bu yolculuğumuzda vaktimizin çoğunu Kyoto'da geçirdik. Kyoto'da gittiğimiz pek çok yer, gördüğümüz pek çok mekan var; çektiğimiz pek çok resim var; ama hepsini burada paylaşamayacağım. Kyoto'yu tek kelime ile anlat derseniz "tapınak" kelimesini zikredebilirim: Adım başı bir tapınağa rastlamamak işten değil zira. En beğendiğim iki yer ise yukarıda resmini gördüğünüz Kinkakuji (金閣寺) ile aşağıda resmini göreceğiniz Kiyomizudera (清水寺). İkisi de oldukça meşhur mekanlar. Yukarıda gördüğünüz Kinkakuji, resimlerde çok şaşaalı görünüp de yakınına gittiğinizde bir halta benzemeyen yerlerden değil, resimde nasıl görüyorsanız yakından da öylesine güzel, öylesine kartpostalvari.


Kiyomizudera ise, kadimliği ile, mükemmel dağ manzarası ile, hemen dibinde bulunan cici aşk tapınağı ile kalbimi çaldı, beni benden etti! Aşk tapınağı ile ilgili ileride bir iki çift kelam etmeyi düşündüğümden şimdilik burada kesiyorum.

 5 günlük kısacık gezimize sığdırmaya çalıştığımız iki şehir daha oldu: Birincisi Osaka. Tokyo ve Yokohama'dan sonra en gelişmiş Japon kenti olan Osaka'nın en büyük numarası bence alışveriş olanakları ve lezzetli yiyecekleri idi. Açıkçası vakit noksanlığından eksik kaldı bence Osaka, bakalım bir daha yolumuz düşecek mi bu şehre? İnşallah diyelim.





Köyden hallice minik ve sevimli bir şehir olan ikinci durağımız Nara'yı ise tek kelime ile özetlemek istersem, "geyik" kelimesini kullanabilirim. "Ne geyiği?" diyorsanız, yukarıdaki fotoğrafta bulunan ve sokaklarda fink atan geyiklere bakıp şaşırabilirsiniz ya da "bu muydu?" deyip hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.


Ve gezimizin kapanışı Nara'da kar yağışı ile yapmamız bence gezinin en muhteşem yanıydı! (Ben ne yazık ki kar yağışını kameramla yakalayamadığımdan, gezi arkadaşlarımdan birinin kadrajından çıkan bu güzel fotoğrafla paylaşabiliyorum bu anıyı ancak.)

Yine klasik bir yasampinarim hareketi olarak, dönüş otobüsünün resmi de yok maalesef. Bu ve bunun gibi çekemediğim milyonlarca fotoğraf için herkesten özür diliyorum; inanın ben de bazı Korelilerin afiyetle yediği Nureongi cinsi köpek kadar pişmanım ama işte huylu huyundan vazgeçemiyor.  En azından ana hatları ile geziyi sizlerle paylaşmanın ufacık gururunu yaşamama izin verin. Kendi adıma çok güzel vakit geçirdiğim ilginç bir geziydi, darısı diğer şehirlere diyelim.

NOT: Daha fazla resim görmek isteyenler, en başta paylaştığım albümlere bir göz atsınlar derim ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder